Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ODTÜ KADAR TAŞ DÜŞSÜN BAŞINIZA

Çok mu ağır beddua ettim. Boş verin bir şey olmaz onlara. Kötüye bir şey olmaz. Bak hemen daha başında geldiniz yola yordama. ODTÜ ağır değil ki. ODTÜ yü tartacak kuyumcu terazisi daha icat edilmedi. ODTÜ demek bilgi demektir. Bilgi evrendeki en hafif maddedir. Madde bile denmez ne ağırlığı vardır ne de kütlesi. Uçucudur bilgi. Bir bakmışsın tüm öğrendiklerin uçup gitmiş sana kalan sadece anılar. ODTÜ içinde de biz makinacıların farkı vardı. Makinacılar ve diğerleri. ODTÜ de her öğrenciye bilgi yüklemesi yapılır. Her bilgi açıktır açıktadır. Tüm bildiklerini anlatırlar. Makina Mühendisliğinde  ise durum biraz farklıdır. Bize bilgi doğrudan verilmez. Bilgiye nasıl ulaşacağımız öğretilir. Hayal etmek öğretilir yaratmak, yaratıcı olmak gösterilir.Biz makinacılara Türkçe sözlüklerde yer almayan "CHALLENGE" öğretilir, "JIDOKA" anlatılır. Biz makinacılar farklı yaklaşırız olaylara kanıtlanana kadar her şey bir teoriden ibarettir. Bilgiler bize verilen değil, bizim arayıp

KADININ ADI

Kiraz. 23 yıla 100 yılı sığdırmış gibi hissediyordu.  Gözü sol elindeki derin ize takıldı. 12 yaşında Babaannesinden zorla alınıp götürüldüğü yetiştirme kampında oluşmuştu bu iz. Bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Babaannesi saklanmasını söylemişti telaşla, "Saklan kimse seni bulamasın çabuk çabuk geldiler..." Son iki yıldır her gün bu oyunu oynuyorlardı. Yine oyun sandı Kiraz. Canı o gün saklanmak istemiyordu. Babaannesinin o telaşını dahi anlayamamıştı. Biran Babaannesini yerde gördü. Üstüne basarak geldiler yanına. Ne olduğunu daha anlayamadan Kiraz'ın koluna yapıştı birisi. "Bizden saklayabileceğini sanıyor" diye söylendi bileğin dövme olan polis. Sürüklercesine götürdüler kirazı. Üç gün boyunca ağlamıştı. Kaçmaya çalıştığı için elinde o yara oluşmuştu. DÇTK dan kaçmanın imkansız olduğunu söylüyorlardı hep. İlk kaçma girişimini yaptığında onu yakalayan görevli ucube elini tutup bileğine kadar kaynayan suyun içine sokmuştu. Tekrar yapmasın

Gazete değil de sanki...

Ne gazeteymiş bu arkadaş... Bir yazı yazıyor... isimsiz ihbara dayalı yazılar... Hooop ülkenin muhalif gazetecileri Silivri'ye Bir yazı çıkıyor 3 gün sonra bilim adamları rektörler Silivri'ye Senaryo hep aynı gazetede yazılıyor Bir bakıyorsunuz yeni bir yazı... Siz hadi canım diyene kadar onlarca Genaral Hasdal'a Kalanı mı onlarda Silivri'ye Yazılar hep aynı zamanlama ile çıkıyor Hay Allah hala muhalefet eden mi var Yaz bir yazı Kalan muhalifler doğruuu Silivri'ye Eskiden usta gazeteciler vardı Futbolla uyuturlardı milleti... Bir derbi yada bir milli maç Maç mı harp mi belli değil... Ama Adnan tutturamadı hamuru TT ARENA bile ilaç olmadı... Eh Fener - Galata derbisinin de tadı kalmadı Yaz oğlum oradan bir karışık Haydiii doğru Silivri'ye Basılmayan kitapları ateşten koruma operasyonu da tamam... Yap koçum mağduriyet edebiyatı Yazmaydı yemeniydi ne çare Türbanlı oldu biçare Yaz ordan ortaya bir Kars kaşarı Yıkarız yapt

BURSA'DAKİ OLAYLARI ANALİZ EDEBİLMEK.

Bursa biranda haftasonu oynanacak Beşiktaş maçı öncesi çıkan olaylar ile gündeme geldi. Bursaspor ile Beşiktaş arasında oynanan maçlar yıllardır benim çocukluğumda dahi hep gerilimi yüksek olmuştur. Hatta bir dönem federasyon bu maçlara Beşiktaşlı olduğu açıkça bilinen Erman Toroğlu'nu atıyarak gerilimi yükseltmiştir. Gerilimin kaynağını bulabilmek için tarihsel bir araştırma gerekir. Hala süregelmesi ise iki taraftar topluluğunun incelenmesi ile olur. Gelin biz bu incelemeyi bir başka yazıya bırakalım. Biz cumartesi gününü Ekrana yansıyan görüntü ve fotoğrafları inceliyelim. Çünkü ortada Beşiktaş taraftarı yok Olayların içinde yeşil beyaza bürünmüş bir gurup fanatik ve karşılarında huzuru sağlamakla görevli polisler var. Stadın dışında gelişen sporla uzaktan yakından ilgisi olmayan Hiç bahaneye sığdırılamıyacak bu olaylar aslında kırık dökük bir zinciri halkaları. Olaylar stad dışında geliştiği ve son bulduğu için bizde stadın dışına bakalım. Bursa, Büyükşehir Beledi

10 NUMARA ALAVERE DALAVERE

Haftasonu gazetelerde gözzlerden kaçan bir haber vardı. Bir Bakanımız buyurdular; "Motorin yerine 10 Numara yağ kullananlar yanacaklar" Kimse dikkat etmedi yorumlamadı bile Entel dantel aydınların umurunda değil Cemaatten beslenen kargaların umurunda değil Çoğu altında lükse arabalar,  jipler Nedir arkadaş bu 10 numara yağ kim kullanır Neden kullanılır Hem neden kullannanlar yanıyor Üreten satan ne olacak Nedir bu fakirin çektiği demiyeceğim tabii Ama kullananlarda hani refah, ferah yaşamıyorlar. Bu yakıtı kullananlar dizel araç sahipleri Ağır vasıtalarda kullanıyorlar. Dünyanın en pahalı yakıtının satıldığı bu ülkede Ekmek parası için borç harç aldıkları pahalı araçlarına 3 kuruş buldukları işin üzerinden para kazanabilmek için kullanıyorlar. Çiftçiler kullanıyor traktörlerinde Tohum amerikalının, israillinin elinde düşmüş durumda Gübre işi almandan sorulur oldu Enflasyonu arttı mı suçlu olan domatesi biberi 2 kuruş ucuzlatmak için kullanıyorlar. Ama ba

KORKU KRALLIĞI 1

Tek bir yazı da korkunun işlenebileceğine inanmadığım için 1 diye yazdım. Belki 10 da belki de 100 de tamamlarız. Belki benim yazamadıklarıma da sizlerde birşeyler eklersiniz. İnsanları yönetmek, daha doğrusu gütmek için kullanılan en önemli araçtır. Doğduğumuz günden itibaren korku içerisinde büyütülürüz Hem de bizi canından bile çok seven anne babalarımızla başlar korku. Severken bile korku fısıldanır çoğumuzun kulağına Cıııssss elleme sakın Çoğumuz sevgiye aç büyür En büyük korku ise bizi yaratanadır Yaptığınız en küçük bir hatanın sonrasında. "ALLAH KORKUSU YOK" bunun denir arkanızdan Oysa beni yaratandan, beni doğurandan, beni doğrtandan, neden korkayım. En büyük sevgiyi onlara duyuyorum ben. Ama sevgi ayrı bir konu, araya sevgi ve özgürlük yazıları da kaleme alacağım. Çocukluğumuzda bize öğretilen korkular Büyüklere el kalkmaz, taş olursun sonra Oysa büyüklerin eli kalkıyor, Çocuk zaten korumasız gücü yetse koruyacak belki de kendini Ama olmazzzz bü

BALKONDAN SIZANLAR

Bugün kuzenim bir videoyu paylaşınca yazmadan edemedim. Video böl ve yönet üzerine hazırlanmış Seyredenleri kendi fikirleri içinde fikirsizliğe sürükleyecek cinsten Kendin pişir kendin ye demogojisine katkı. Bir balkon kilasiği başladı biliyorsunuz. Kazanan da çıkıyor kaybeden de Balkon deyince eskiden bizim aklımız biraz muzır çalışırdı. Hanımefendilerin göğüslerine verdiğimiz yüzlerce isimden sadece biri idi. Konuyu daha fazla dağıtmadan biz yeni Balkon imajına gelelim. Gelelim ki muzır neşriyat olupta poşetlenmekten kurtulalım. Bu balkon siyasi liderlerimiz seçim sonrasında Nedenini hala anlıyamadığım şekilde parti binası önünde toplanan Zaferi yada hüzünü yaşayan destekçilerine yapmış olduğu değerlendirme Artık biz bunlara balkon konuşmaları diyoruz. Her seçimde tekrarlanır oldu. Ben doğrusu evimde televizyondan bile dinlemedim. Neden biliyormusunuz? Adım kadar emindim neler söyleyeceğinden de ondan Seçim öncesinde Her medyaya çıktığında, her meydan da ufak ufak

BİR ÇİFT KANAT OLMAK

Martıyı özgürlüğe uçuran içgüdüsümüdür yoksa güçlü kanatları mı? Biz demezmiyiz aklı kıt olanlara düşünemeyenlere kuş beyinli diye Oysa bir kuş kadar özgürlüğümüz yok Kuşun özgürlüğü çok düşünmesinden değil kanatlarından Özgürlüğünü de gücünü de kanatlarından alıyor. Kuş derken uçamayan deve kuşlarından bahsetmiyorum Kuş derken leşlerle beslenen akbabalardan da Özgürlüğün simgesi haline gelen Martılardan bahsediyorum. Hiç düşündünüz mü neden martılar özgürlüğün simgesi olmuştur Neden Richard Bach Mart kitabını yazmıştır. O martıya neden Jonathan adını vermiştir. O kitapla beraber belki de özgürlük martı ile eş değer görülmeye başlamıştır. Martılar kuş ailesinin içinde hava da en uzun süre kalabilen kuşlardır. Buna göç etme yeteneklerine sahip kuşlarda dahildir. Uçakların kanat hareketleri Martıların neredeyse birebir benzeridir. Çok güçlü kanatlara sahip olan bir kartal bir atmaca dahi Bir martı kadar uzun süzülemez hava da sanki hareketsizmişçesine duramaz Bach bütün

PENTAGRAM, WHITESNAKE, BON JOVI VEEEE JUDAS PRIEST

Ne hafta ama Cuma Bon Jovi Pazar Judas Priest Değdi değdi... Değmez mi hiç TT Arena açıldı açılalı Galatasaray'ım bile dolduramadı bu kadar Ülkemde ne kadar çok Bon Jovi hayranı varmış meğerse. Son dönem de Rock müziğin en önemli ilahı Sesi, sahneye hakimiyeti seyirci ile diyaloğu ne kadar usta olduğunun göstergesi Konserin başından sonuna kadar seyirciye hakimdi Hem seyirci eğlendi hem de kendisi Seyirci profiline gelince her kesimden insan vardı. Benim gibi bir heavy metalcinin bile beğenisini kazandıktan sonra Tek sorun TT Arena dan çıkış O muhteşem stad neredeyse tek metroya muhtaç bırakılmış durumda Pazar gününe 16:30 da Pentagram la başlamak istedim. Çok kısa bir performans olsa da başarılı bir grup Son dönemlerde Türkiye de yetişen ender iyi gruplardan biri Tek sıkıntıları kendilerine güvenleri az. Biraz daha ne yaptıklarını farkına varmaları lazım. Metal yapmak zordur, heavy metal daha da zordur. Bu zoru başarıyorlar ama bir kendileri farkında değiller

BEN BÖYLE EĞİTİMİN...

Sıcaklar geldi Benim yazılar gitti. Yazmam artık bu sıcakta Parmağımı oynatmam derkennn Bir haber, "Kuran Kurslarında yaş sınırı kalkacak" Bakan açıklamış efendim. Artık kundakta vızıklayan bebe bile Daha emmeyi öğrenmeden Kuran kursuna gidecek Yaş sınırı yok Gider mi Gider tabii 6 yaşındaki kızının başını sarmalıyan zihniyet gönderir Birden aklıma geldi Herkes gider Mersine Bizimkiler tersine Sahi Kuran Kursları ilk ne zaman açılmıştı Bilen hatırlayan var mı? Cumhuriyet döneminde ilk Kuran Kursu İsmet İnönü döneminde açılmıştı Ağzınız açık mı kaldı evet Sonra imam hatipler liseleri açıldı Sonra arapçayı Kuran'ı ingilzce okuyup öğrensinler diye Anadolu İmam Hatip liseleri Türkiyenin her ilinde bir Üniversite ve her Üniversite de bir ilahiyat fakültesi Eh imam hatipli bir Başbakanımız da oldu Allahın izniyle Ben de merak ederdim ne yapacak bu imam hatipten mezun olan arkadaşlar. Öğrendim ki Başbakan olacaklarmış. Yakındır imam olmayana iş yok den

YÖNETİCİ OLMAK

Yönetici olmak kolay değil Birçok kişi yönetmeyi koyun gütme ile karıştırıyor Karıştırmayın efendim koyun gütmek daha zor Öküzün patron olduğu ahırda çoban olmak gerçekten zor. Nerden çıktı bu şimdi demeyin Bu sıcakta yazdım ama kesmedi Herşey bitti Kuran kurslarında yaş sınırı kaldırıldı Haber beni derinden yaraladı Günlerdir elma haberlerini okumaktan sıkıldım diyordum ki Bugün iki elma haberi daha İster bir şirketi yönetin isterseniz bir ülkeyi Yönetmeyi bilirseniz bir ülkeden fazlasınız demektir Bugün iki elma haberini Kuran kursu haberi süsleyince Bir yazı yetmez iki olsun dedim İlk elma haberi Amerika Birleşmiş Arpalıklar Topluluğu açıklamış Kasalarında bu koskoca ülkenin Dünyanın bütün denizlerinde filoları olan Elini kıçına sürüp dünya üzerinde bokunu silmediği ülke kalmaya Sıkıştımı bedava para basan ABD nin kasasında nakit 73 milyar dolar civarında para varmış Nedir  ki bu para elmanın elinin kiri Elma şirketinin kasasında 76 milyar dolarcık varmış Haberd

KORKU KRALLIĞI 4

Korkutulduk dostlar yıllar boyunca korkutulduk. Korkular eğitmeyi bilmeyen ebeveynlerimiz ile başladı Eti senin kemiği benim diyerek teslim edildiğimiz Bugünlerde atama derdine düşürülen eğitmenlerimizle devam etti Sonra birileri çıktı "Vurulduk ey halkım" dedi Kendisini nerelerde görüyorsa Bütün halk onun ya Yok yok merak etmeyin konuyu saptırmayacağım Bunun konumuzla ilgisi yok Korku deyince tüylerinizin ürperdiğini hissettim Biraz rahatlayın istedim. Meraklanmayın sıkışınca bende korkutmaya çalışıyorum oğlumu Baktım yetmedi yapıştırıyorum tehtidi Biz zamanında korkardık. Yıllarca islamın 5 şartını ezberlemezsem Gözümdeki ilah babamın cehennemde yanacağı ile korkutuldum Sadece ben mi o dönemde yaşamış çevremdeki tüm çocuklar Korku hikayeleri anlatıldı hep Peygamber efendimiz çıkmış gezmeye Yolda bir çoban ve oğlu ile karşılaşmış Sormuş çocuğa yavrum islamın şartı kaçtır Çocuk doğru cevap verdi baba cennete Bilemedi babası gözlerinin önünde taş Daha ok

SEBEBİN OLMAK

Tolstoy der ki! "Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü... Sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur." Hayat ile ilgili hep bahaneleriniz vardır Oysa sebepleriniz olmalı Sevmek için Sevilmek için O anı yaşamak için sebepleriniz olmalı Tolstoy un bu sözü ile Evlenme teklifi yapılabilir Sonuna; Benimle hayatı paylaşırmısın, Benim sebebim olurmusun diye ekleyerek... Evlilik sebebin olmak değilmidir Hayatı paylaşmak İyi anı Kötü anı Hastalığı Gülmeyi Kızmayı paylaşmak değilmidir Hayatı paylaşmak Beraber çay içmek Birlikte kahvaltı edebilmek Akşam yemekte göz göze gelip gülümsemek Koluna girip başını omzuna koyabilmek Denize bakarken suyun sesini duyabilmek için Konuşmadan dakikalarca durabilmek Tenini kok

KEMİK KIRAN SABRİ

Adı Sabri Lakabı Kemik Kıran Sokağımızın en şahsiyetli varlığı Kadınların ve çoğu genç kızın korkulu rüyası Önünden göz göze gelmemeye çalışarak geçtiğimiz Yine de kadın erkek çocuk yaşlı hepimizin sevdiği Sabri Kemik kırarken çıkan ses tüylerimizi diken diken ederdi Kadın erkek fark etmez hepimiz bakışlarından çekinirdik. Sokağın sol üst köşesi ona aitti Çocukluğumun geçtiği bu sokak Sabri sayesinde bu sokakta tek bir hırsızlık olmamıştı Mahallede hırsızların ziyaret edemediği tek sokak bizimkiydi. Sabri tüm bu sert mizacına rağmen biz çocukların en iyi oyun arkadaşı idi Top oynarken İp atlarken Cilli yuvarlarken O hep yanımızda olurdu. Ama özellikle çelik çomak oynamayı severdi Ah bir de kemik kırmasa Sokağımızın çocuklarını 3 sokak ileride ki okula götürür Çıkış saatinde gelir bekler Güvenle evlerine teslim ederdi Figen vardı bizim sınıfta Karşı komşunun kızı Çok severdi Sabriyi bir gün kemik kırışını seyredene kadar O günden sonra Sabrinin değil hep benim

NACİ

Orta Doğu Teknik Üniversitesinde ikinci yılımdı. Tüm kampüse tepeden bakan 8. yurtta kalıyorduk. En üst katta Bizim odamızın manzarası Eymür gölüne doğru uzanan ormanlık alandı Bu alana girmemiz yasaktı. Pencereyi açıp ormanı koklayıp derin derin içime çekerdim. Odalar 6 kişilik idi. İki odayı birbirine bağlayan koridorda elbise dolapları, Bir oda kapısının yanında tuvalet diğerinde duş bulunurdu. Bizim odaya bir yan odaya iki yeni arkadaş katılacaktı. Mezun olanların yerine değil... 12 Eylül baskısı hala devam ediyordu bu 3 arkadaşta yurttan bir gece yarısı alınıp götürülmüşlerdi Tutuklandıkları bilgisi ise haftalar sonra gelmişti bize Odanın ortasında bulunan çalışma masamı açmıştım ki içeriye Confucius girdi. Biz ona Confucius derdik, sakinliği, sabrı ve bilgisi ile bunu hakediyordu. Koridora çıkıp elbiselerimi dolaba yerleştirmeye başlamıştım ki Yan odaya gelen ilk çaylağı gördüm.... Gülümsedim ve elimi uzattım.... Naci dedi Üzerinde kahverengi bir ceket Beyaz bi

YAKALIM GİTSİN

Baharın ilk günleri idi. Güneş Ankara'da kendini göstermeye başlamıştı. ODTÜ yurtlar bölgesi sakinleri güneşli pazar gününün tadını çıkarıyorlardı. Susku, Confucius ve ben ikinci yurdun önünde çimenlerde uzandık. Gözlerim az ileride basket oynayanlarda, kulaklarım bizimkilerin sohbetinde Aklım basket oynayanlarda ama bahar çarpmış bedenimi Müdavimler sahada, Süha, Bülent, Levent Serdar saha kenarından taktik verip laf atmadan duramıyor Mavi okul otobüsü geldi şehirden içinde 3 kişi ile Kim gelir ki bu saatte şehirden diye düşünürken Boynuna çarpraz astığı çantası ile Nihal indi Aklı şehirde kalmış gibi Antalya'lı o bu güneşe inat kalın giyinmişti Suskunun sesi ile irkildim "Hadi şehire gidip içki alalım." "Ne içeceğiz?" dedi Confucius "Votka mı rakı mı?" Susku, "Votka alalım kokmaz bari." Confucius, "Kim gidip alacak peki? Yanında portakal suyuda alsın." Tembel bunlar tembel Bana baktılar... "Tembel tenek

ALPTEK

ODTÜ anıları biter mi? Alptekin namı diğer Alptek Makina Bölümünden arkadaşım. Tanıdığım için şanslı ve mutluyum diyebileceğim hayatımdaki ender insanlardan biri. Yanında kendinizi neşeli mutlu hissedebileceğiniz bir dost. ... Alptek ile tanışmam 2. yurdun kantininde oldu. Bursa Anadolu Lisesinden gelmişlerdi üçü de; Alptek, Murat ve Tansel. Levent, Süha ve Serdar ile birlikte oturuyorlardı. Tam bir Bursalılar toplantısı gibi Levent tanıştırmıştı hepimizle. Murat ile aynı mahallede oturuyorlardı Bursada. ODTÜ de onların birinci senesinin bizim ikinci senemizin ilk günleri idi. Biz üniversitede onlar lisede hazırlık okumuşlardı. Çayımızı içip konuşuyorduk Sohbetin konusu ODTÜ ve yurtlar üzerine yoğunlaştığı bir anda "HHHAAAAKKKK TTUUUUU" ve hemen peşinden "HHÜÜÜÜÜÜÜPPPPPPP" sesi duyuldu Katindeki tüm gözler hemen bizim gurubun üzerinde yoğunlaştı. Evet sesler Alptekinden çıkmıştı Bu ufak tefek yüzünden gülücük eksik olmayan adamdan. Yurtlar bölgesin

DARI AMBARI

Şu Türk basını bazen çok saf olabiliyor. Neredeyse tamamı hükümete yalakalığı abartmış durumda Manşetlerde nasıl mükemmel bir ülkede yaşadığımız haberlerinden geçilmiyor. Doktoruna hasta bakmasını yasaklayıp İthal doktor arayan bir ülke Yatırım için yabancı sermaye sıraya girmiş Herşey güllük gülistanlık Hatta iflasını açıklayan Yunanistan'a bile bıyık altından gülüyorlar Sonra bir bakıyorsunuz yalakalık sevdalısı gazetelerimizde Araya sıkışmış bir haber Avrupa'nın en zengin ülkesi Luksemburg. Merak edip okuyorsunuz. Yayınlanan tabloya bakıyorsunuz. O da ne Battı bitti denen Avrupa da durumu en kötü ülke Türkiye Allah allah hani dün büyüme de Çin'in arkasından ikinci olup Çin Çin bağlarından zil çalmadılar mı? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu böyle Büyü büyü yoksa büyü dedikleri ne sihirdir ne keramet el çabukluğu mu marifet. Tekrar okuyorum haberi battı denen Yunanistan'ın milli geliri bizim iki katımız Luksemburg vatandaşının geliri canım vatandaşı

TELDEN ARABA

Bahçeli bir evde doğdum. Çocukluğumda bahçeli bir evde geçti. Sokağımızdaki evlerin biri hariç hepsi bahçeli idi. Aşağı köşedeki caminin hemen üstündeki evin kapısında apartman yazıyordu. O bile sadece 3 katlı idi. Tüm çocuklar sokakta oynardık. Neler mi oynardık. Genelde kızlı erkekli karışık oyunlarımız vardı Kızlar büyüdüklerine karar verip aramızdan tektek ayrılana kadar İstop oynadık, Yakartop oynadık İp atladık Ayak ipi oynardık Taş sektirirdik. Saklambaç ve elim sende oyunları vazgeçilmez oyunlardı. Şimdi istop nedir der gibi baktığınızı düşünüyorum. Çok eğlenceli idi. Bir top yeterdi oynamak için. Ebe olan topu havaya atar ve birinin adını söyler. Geriye kalan herkes mümkün olduğu kadar uzağa kaçardı. Oyunda önemli olan topu yakalayandan sizi vuramayacağı mesafeye kaçmaktı. Yakartop ta benzer bir oyundu. İki rakip oyunucunun arasında durur attıkları toplardan kaçmaya çalışırsınız. Atılan topu yere düşürmeden yakalarsanız ilave bir can kazanırdınız. Ayak

35 mm.

Resim
ODTÜ de ilk aylarımdı. 1980 sonrası gelenler bilir. Yasakların çok olduğu dönemdi. Staddan DEVRİM yazısı silinememiş olsa da, Stadın yanındaki ağaçlık alandan bölümlere geçmek yasaktı. Mühendislikte okuyup yurtlarda kalanlar stadın etrafında tur atmak zorundaydılar. Sık sık sokağa çıkma yasakları vardı o günlerde ülkede. Hafızam beni yanıltmıyorsa, 1980 sonrası ilk oy kullanımında Gazetelerin birinde yarın oy kullanacağız sokağa çıkma yasağına uyalım diye manşet atmıştı. Nasıl yani sokağa çıkmadan oy kullanmak... ODTÜ de bu yasaklaradan bolca nasiplenmişti. Ağaç altında oturmak yasak Ağaçlık alandan geçmek yasak İki ağaç arasında durup dilek tutmak serbest 3 kişinin yan yana yürümesi bile yasaktı. Ankara'nın ayazına da alışmıştım ama bana yasaklar zor geliyordu. Ankara'nın ayazı insanın iliklerine kadar işler. O hafta Tunalı Hilmi'den 35 mm küçük bir fotoğraf makinası almıştım. 36 Pozluk filmi de içine takmıştım. Çocukluktan beri fotoğraf çekmeye ilgim va

GÜLÜMSETEN YAZLAR

İlkokul üçüncü sınıfın son günü idi. Karnelerimizi almıştık. Okulun önünden geçen dolmuşa el kaldırdım. Heykel - Gençosman dolmuşu idi. Arka kapıyı açıp bindim. Gülüştüler dolmuştakiler. 50 Kuruş uzattım şöföre doğru alırmısınız diyerek. Yine gülüştüler. 30 kuruş para üstünü alıp önlüğümün cebine koydum. Şöför aynadan bakarak, hayırdır nereye diye sordu. Karnemi aldım babamla dedeme göstermeye dükkana gidiyorum. Bu yaz dükkanda çalışacağım dedim. Yine gülüştüler. Önde oturan teyze karnen nasıl diye sorunca birazda utanarak hepsi beş dedim. Dükkanın önüne geldiğimizde sağda inebilimiyim dedim. Gülüştüler, indim. Yalova Yolunun girişinde dükkan. Daha yolu ucube gibi bizim dükkanın üstünden geçirmemişlerdi. Öne 4 otobüs içeriye 4 otobüs alınırdı. Karoserci idi hem dedem hem de babam Otobüslerin arasından geçip içeriye girdim. Babam bir otobüsün yan sacını çekiyordu. Dedem ise bir başka otobüsün dolap kapağını ayarlıyordu. Babaaaaa karnemin hepsi beşşşş diye bağırdığı

VURSUNLAR BİRTANE DAHA

Susku, ranzada üst komşum, ben alt katta o üst katta yatıyor. Pırlanta gibi biri, ODTÜ ye değer katanlardan biri Siyasetten uzak, babası Türkiyenin en önemli siyasilerinden biri Çok genç yaşta tanıştı böbrek ağrısı ile Böbreklerinde ki kum acı veriyor. Onunla beraber acısını paylaşsam da Susku zıpla, zıplarsan kumlar dökülür demekten kendimi alamıyorum. Zıplıyor Susku sabaha kadar. Bu kadar temiz biri O. Yine Vedat ve Şadi ile briç oynamaktan döndüğüm bir gece Odaya girdiğimde Susku'yu ayaklarını tavana dikmiş buluyorum. Acıdan kıvranıyor Susku'nun yüzündeki acı yarattığı komik pozisyonun önüne geçiyor. Hadi diyorum gidiyoruz. Cevap veremiyor ağrıdan konuşmakta zorlanıyor. Koşarak 6 katı iniyorum. Danışmadaki görevliden rica ediyorum revirdeki ambulansı çağırıyor. Ambulansa dediğime bakmayın içinde hiçbir techizat yok Bir solukta yine odaya çıkıp Suskuyu indiriyorum ranzadan Üzerine birşeyler alıp çoraplarını ve ayakkabılarını giydiriyorum. Koluna girip aşağ

BİR PAZAR EYMİR

ODTÜ'nün çok büyük bir arazisi vardır. Herkesin ağzını sulandıran. Bilkent'in mevcut kampüsünün büyük bölümünün ODTÜ arazisi olduğu söylenir. Hatta bu araziye el konulabilmesi için önce ağaçların kestirtildiği de iddia edilir. İşte bu kocaman arazinin içinde su sporlarının yapılabildiği bir Eymir Göleti de vardır. Birçok ODTÜ'lü bu göleti görmeden mezun olur. Bende sadece birkez gidebildim Eymir Göletine. Oysa her pazar sabah 9 da bir otobüs kalkardı yurtlar bölgesinden. Akşam 5 de de Eymir'den yurtlar bölgesine gelirdi. Hazırlıkda son haftamıza girmiştik. Black Sabatth dinlerken kupamdan çayımı yudumluyordum. Confucius ranzasına uzanmış elinde teksirler, Ali sınava çalışıyordu. Odanın kapısı hafifçe aralandı. Bülent kimseyi rahatsız etmemek için önce şöyle bir bakındı. Sonra gelip Susku'nun sandalyesine oturdu. Uyuyan yok değil mi diye de yavaşça sordu. Gülümsedim... Anladık anladık dedi bu müzikte uyuyan olmaz diye kendisi cevapladı. Bülent'te B

KIŞ UYKUSU

32 yıldan kalma bir Temmuz gecesi Nereden aklıma takıldıysa her sıcakta her soğukta aynı nakarat Bilmem kaç yıldan beri böylesi görülmedi Betimlemek mi gerekiyor sıcak işte Bu sıcakta kış uykusunda olanlar var Ne yani onlar için son 32 yılın en uzun uykusu mu oluyor bu. Gölgede derece kaçmış bir yerimize Boz ayı ininde kış uykusunda sen neler söylüyorsun Hiç bir ayı ile uykuya yattınız mı? Horlamaz ayılar homurdanır ama siz korkudan horluyor sanırsınız Oysa en tatlı hayvandır ayı Hem tatlıyı sever hem de tembelliği Balın iyisini kovan balını sever ayı Kovana sokar elini arıların hışmına aldırmada Avuç avuç yer balları Armudun da iyisini tatlısını bilir ayı Daldaki armudun da yerdeki armudunda iyisinden o anlar Bazen koca gövdesi set kurar akan buz gibi suyun önünde En büyük en yağlı en leziz alabalıkları ayırır sudan bir pençe darbesi ile İyidir hoştur ama tembeldir bizim bu ayı Bütün kışı şninde uyuyarak geçirir. Aç kaldığında bile inmez köye yolunu şaşırmadıktan

ŞİMDİ DÜŞÜNME ZAMANI

Seçimler bitti... Yine kendimiz çaldık kendimiz oynadık. Kimselere anlatamadık derdimizi Sosyal toplum olmayı öğretemedik. Eşit haklara sahip olup insanca yaşamak gerektiğini Soınuç hile var yada yok ezici bir çoğunluk ile Faşizm Milliyetçilik demiyorumFaşizm diyorum. Faşist baskılardan kurtulmak için sandığa gidildi Ve faşizm onaylandı %50 ile onaylandı. Birileri çıkacak ülke istikrar istedi diyecek Hadi oradan be mozaşist mi bu ülke faşizm de istikrar istesin Ama sonuç öyle Ülke kararını polis devletinden yana verdi. Polisin 15 metreden baskısına karşı başka kime oy verebilirdi ki. Şimdi artık birbirini suçlama değil onu yapsaydık bunu etseydik değil Düşünme zamanı 500 bin oyu alabilmek için ne yapmamız gerektiğini düşünme zamanı Bırakın 500 bin oyu iktidara gelmek için Bu ülkeyi faşist otoriteden kurtarmak için düşünme zamanı Önce yapmamız gerek Komünizm bir dinsizlik olmadığını Bir korku değil aksine sosyal toplumsal bir olgu olduğunu anlatmamız gerekiyor İlk

DEMOKRASİ Mİ DEDİ BİRİ!

12 Haziran 2011 Genel seçimleri Ve ben oy kullanamadım. Hem de demokrasinin birinci gereğini yerine getiremedim. Neden mi diye soruyorsunuz Söyliyeyim adres değişikliğini zamanında nüfus müdürlüğüne bildirmediğim için Adres değişikliklerini Nüfsu Müdürlüğüne bildirmem gerektiğini bilmiyordum. Öğrendim. Cezasını para ile ödedim. Değişikliği bildirdim. Ama yine de oy kullanamadım Neden diye sordum 30 Mart son tarihti dediler. Sonrasında YSK ya telefon açtım İlgili birim dediler bir hanımefendiyi bağladılar. Oy kullanmak istediğimi söyledim Bu isteğim olmasına rağmen basit bir adres değişikliği ile bunun nasıl elimden alındığını sordum. 2007 Seçimleri ile şimdiki seçmen sayısında ki artışa rağmen oy kullanamamı içime sindiremediğimi söyledim. Bana kızdı, YSK başkanı bu konuda açıklama yaptıya dedi. Hanımefendi dedim, ben TC vatandaşıyım ve oy kullanma hakkımı istiyorum dedim. Biz dedi adrese dayalı seçmen belirliyoruz. Kızgınlığı hala sesinin tonundan anlaşılıyordu. P

ÇELİK ÇOMAK OYNADINIZ MI SİZ HİÇ!

Çocukluğumdan aklımda kalan birkaç oyundan biri Neden çelik diyorduk bilmiyorum. Sanırım bir yerimize geldiğinde duyduğumuz acıdan olsa gerek. Kim öğretmişti neden oynardık Zevki neydi Kazanana ne veriyorlardı. Alt tarafı uzunca bir sopa ile kısaca bir sopaya vurma oyunu idi. Oyun kısaca iki taşın üstüne yatay koyduğumuz kısa sopayı Hatta sopa bile denmez dal parçasını Büyük sopa ile havalandırarak vurmak ve olabildiğince uzağa atmak Oyun tamamı ile bundan ibaret idi. Gerisi teferruat Bursa da kuralları sayı hesaplamasını farklı uygulardık Yalova'ya gittiğimizde farklı Eskişehir de ise biraz daha farklı idi. Ama temel kural kısa sopayı havalandır ve vur. Çok basit gibi görünen bu oyunda bile Takım olabilmek vardı, Paylaşmak birlikte hareket edebilmek vardı. Sevgi vardı dostluk vardı. Ne çelik ne de çomak önemli değildi Günümüzde ise çocukar kendileri için hazırlanmış Paylaşımı olmayan İletişimi olmayan bilgisayar oyunlarındalar. Şimdi bunu oğlum okusa hemen

KORKU KRALLIĞI 3

Geçen gün bir arkadaşım bilim çözemedi korkuyu sen mi üstesinden geleceksin dedi. Psikiyatri bilimi uğraşıyor korkular üzerine Buldukları keşfettikleri her konunun sonuna fobi eklediler mi bilimsel oluveriyor korku Çok büyük saygı duyuyorum çok zor bir bilim dalı Ne olursa olsun bu yazı dizisine devam edeceğim. Ama bugün biraz bilimsel bakacağım korkuya. Psikiyatri bilimi üç ana gruba ayırmış korkularımızı Sosyal-fobi, Agora-fobi ve Özgül-fobiler Öyle uzuuunnn uzadıya yazınca kimse okumuyor. O yüzden bugün sadece sosyal korkularımızın üzerinde duralım. En çok karşılaştığımız korkulardan biri misafir kabul etmek Özellikle hanımların büyük korkusu Evim dağınık aman tanrım Ne yaparım ben şimdi Hay allah bak şurada da toz kalmış Eeee ne ikram edeceğim Gelende bir dedikoducu ki sorma gitsin Hay allah şimdi bu herşeye kusur bulur Ya başkalarına da anlatırsa ooo Gitti ömrün yarısı Alt tarafı gelen misafir. Misafir evime geliyor ise Ben nasılsam öyle görsün beni Benden

KARABAŞ DİYE BİR İT

Karabaş ile ilk karşılaştığımda 4 aylık idi. Babamın iş yerine girdiğimde birden karşıma çıkmıştı. Beni görünce portakal gibi soyulmuş otobüsün altına kaçıverdi. Siyahlıklar vardı başında kahve rengi bir köpekti. Dudaklarımdan karabaş buraya gel gibi birşey çıktı. Karabaş karabaş diye seslendim ama o korkmuştu sanırım Otobüsün altında öylece yatmıştı. Babamın sesini duydum. Rahmetli "Korkutma o yavru daha" diye seslendi arkamdan Sonra da adını ne koydun dedi... Karabaş dedim. Tam ona göre bir isim dedi sen sev diye aldım dedi. Bu sırada Karabaş gelmiş babamın ayakkabılarını yalıyordu. Acıkkmış dedi Git şurdan lokantadan şu tasın içine çorba koysunlar ekmekde doğrasınlar dedi Karabaşı kucağına almış başını okşuyordu. Adını ben koymuştum ama hep o babamın köpeği olacaktı. Elimde içinde ekmek çorba karışık tasla geldiğimde Karabaşıda kucağıma verdi. Karabaşla ilk barış sağladığımız gündü Babamın dışında elinden yemek yediği tek kişi bendim. Terasta oynardık k