ÖĞRETMENİM CANIM BENİM

Son dönemlerin moda konusu, "Öğrenmeyi öğrenmek".
Öğrenmeyi zevkli kılıyoruz diye çıktılar yola.
Kimse alınmasın ama öğrenmeyi bilmediğinizi söylüyorlar önce size
Öğretmeyi beceremiyoruz diye yok! Sen öğrenemiyorsun. Öğrenemezsen senin kabahatin ya aptalsın yada öğrenmeyi bilmiyorsun.
Eskiden öğretmenler vardı, öğretmeyi bilenler.
Adını öğretmekten alan bir saygı duyulan bir azınlık.
Hele ki küçük yerlerde kasaba ve köylerde öğretmen dedin mi Kaymakam ve Muhtardan bile önce gelirlerdi.
Şimdi bunlar öğretme kabiliyetlerini kaybettiler. Bugün değil yıllar önce
1970 li yılların sonları idi. En fazla olay nedense Üniversitelerin öğretmen yetiştiren Eğitim Fakültelerinde olurdu olaylar. Daha o zamanlar başlamıştı bu oyunlar. Sol görüşlü öğrenciler okuldan içeriye adım dahi attırılmazlardı. Oysa sağcı ve dinci öğrenciler ellerini kollarını sallaya sallaya girerlerdi Eğitim Fakültelerinden içeriye. O günlerde idi hatırladığım 4 yıllık Eğitim Fakültesinden öğrenciler 2 yılda mezun oluverdiler.
Kimse sormadı hey neler oluyor orada diye.
Öğretmeyi öğrenemeden Öğretmen oluverdiler.
Derken 12 Eylül geldi.
Hemen her şehir de her kasaba da İmam Hatip Liseleri açılmaya başlandı.
Bu yeni açılan veya eskiden kalan olsun İmam Hatip Liselerinde Türkiye'nin neresinde olursa olsun öğretmen açığı olmazdı.
Güneydoğu da bir ilde ilçeleri dahil tam 17 okulda Matematik, Türkçe gibi temel derslerin öğretmenleri yokken kontenjan açıkları birkaç senedir karşılanmamışken, ilde bulunan 2 İmam Hatip Lisesinde de tüm öğretmen kadroları doluydu.
Daha o günlerden belliydi öğretmeyi bilmeyenlerin öğrenmeyi öğretmeleri ise ayrı bir güzellik.
Hala saygı ve sevgi ile andığım ilkokul öğretmenim vardı Sabahat Sözüdoğru. Ben onun emekli olmadan önce eğittiği son öğrenci grubundandım.
Çok küçük bir ilkokuldu bizimkisi. Küçük bir binamız ve her ders arasında top oynadığımız küçük bir bahçemiz vardı. Küçük bahçemizi ve binamızı Necati Amcamıza emanet eder zıplaya oynaya evimize giderdik. Öğretmenlerimizin hemen hepsi o birkaç sene içinde emekli oldular. Bizim ilkokulumuzun bir özelliği de her sene Bursa'da yapılan bilgi yarışmalarında birinci olmasıydı. Müzik öğretmenimiz sanatçı Aydan Şener'in babasıydı.
Öğretmenlerimiz bize önce sevmeyi öğrettiler. Sonra okumasını. Okurken düşünmesini. O binası ve bahçesi küçük Demirtaşpaşa İlkokulundan aklımda kalan en önemli anı, öğretmenlerimizin hiçbir öğrenciye bağırmaması, sesini dahi yükseltmemesi ve ceza vermemesiydi.
4. sınıfa gidiyorduk birgün Sabahat öğretmenimiz hastalandı gelemedi okula... O gün onun yerine yakındaki bir ilkokuldan başka bir öğretmen gelmişti. Sınıfta neredeyse herkese bağırmış, hatta çeşitli cezalar vermişti. Sonraki gün Sabahat öğretmenimiz geldiğinde istisnasız tüm sınıf öğretmenimizin ayaklarının dibinde hem ağlayıp hem de anlatıyorduk birgün önce olanları. Sınıfımızda çok ama çok zor anlayan bir arkadaşımız vardı, ençok da o ağlıyordu. O gün okula annesi ve babası ile gelmişti. Gece boyunca evde de ağlamıştı. En çok cezayı o almıştı. Oysa tam 4 senedir, Sabahat Öğretmenimiz birkez dahi kızmamıştı ona, hiç ceza vermemişti.
Bugün geçmişler tahtanın önüne, tahta da beyaz diyorlar ki öğrenmeyi öğrenmeniz lazım.
BİZ ÖĞRETİRİZ DİYEN YOK...

Sevgiyle kalın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JIDOKA ÖĞRETİSİ 1

MAKİNE PLANLAMA

TELDEN ARABA