Rumeli Kavağı

Bugün günlerden 15. 2016 yılının Eylül ayının 15. günü bugün. Ayın yarısı, bayramın dördüncü günü. Annesiz babasız geçen bi bayram mı olurmuş. Olmuyor zaten. Bu bayramı İstanbul'u gezerek geçirelim dedik. Yabancı değil yahu kendileri hayat arkadaşım olur. Hadi dedik hergün bir keşif. 
İlk gün Balat'ta aldık soluğu. Tarih kokan Balat'ın her sokağında bir dükkan açılmış türkçesi unutulmuş kahveciler asortik cafe yazılarıyla. Her sokağında elinde makina gençler gördükleri her nesnede basıyorlar deklanşöre. Eskiden severdim deklanşör sesi keyif verirdi. Şindi makinalar ileri teknoloji lens ayarı yok filtre yok objektif netlik ışık herşey otomatiğe bağlanmış. Buram buram tarih kokacak sanıyorsanız çok beklersiniz. Tarih var evet ama hor kullanılan arnavut kaldırımları değil sadece yıllara tanıklık eden o evlerde hor kullanılıyor. Çamaşırlar sokağı kesiyor evden eve çekilmiş iplere asılan sararmış yıkandığı belli olmuyor ne yazik ki. Bazıları pencere demirlerine asılmış.
Çamaşır asılmamış ev yok gibi. Yıllara meydan okuyan gel buraya ben buradayım bir ben kaldım diyen Fener-Rum okulu ve Patrikhanesi gezmeye ve görmeye değer.
Türk bayrağı gururumu okşadı. Ne dik ne de dar sokakları değil ama aklımda kalan küf kokan evlerin kapılarından fırlayan arap çocukları. Yine de gezmeye görülmeye değer bir yer Balat.
İkinci gün Kadıköy'e doğrulttuk rotayı. Kadıköy tadını çıkarmasını bilen için çevresi ile birlikte pahabiçilmez bir yerdir. Yemek mi yiyeceksin...
Birşeyler mi içeceksin...
Kahvenin bile hası orada...
Eğlencenin de hasıda orada..
Bizim turumuz evden yürüyüş ile Kadıköy Çarşı ve Çarşı da Çiya da Antep usülü lahmacun ve içli köfte yemek. Çiya adına ce ününe yakışır bir yer. Antep tadını biraz abartılı alsanızda mola için güzel bir yer.
Üçüncü gün ise Anadolu yakasında gençlerinde yaşlılarında akşam buluşması için sözleştikleri bir yer Caddebostan sahili.
Her yaştan her konumdan insanı ve hayvanı bulabileceğiniz bir yer Caddebostan sahili. Hala İstanbul içinde denize girebildiğiniz bir plajı ile günün her saatinde kendinizi bulabileceğiniz bir yer. Hayvan derken 2 ayaklılardan bahsetmiyorum. İstanbul da en çok evcil köpeği bir arada görebileceğiniz bir yer. Yüzlerce kişi köpekleri ile beraber yürümenin keyfini yaşıyor. Yeni doğum yapmış kedi yavruları ayaklarınızın etrafında koşturuyor. Buram buram deniz kokusu burada da size İstanbul'da olduğunuzu hatırlatıyor. Hava karardıktan sonra giderseniz adaların ışıltılı görüntüsü sizi büyülüyor. Ah diyorum bir akıllımız Serdar çıktı. Gitti ada da yaşıyor. Heybeli den hergün işe gidip gelmenin motorda denizin tuzlu havası hemde her sabah ve akşam içini çekerek yaşıyor. Yürürken iki yaşlı delikanlıya gözüm takılıyor kurmuşlar çilingir sofrasını yüzlerinde huzur ve mutluluk dolu. Yönetmen sandalyelerinin en meşhur olduğu yer burasıdır.

Ve dördüncü gün. Evden çıkış rotamız Anadolu Kavağı iken 2. Köprüyü görünce hadi diyoruz bugün de Rumeli Kavağını görelim. Rumeli dediğimize bakmayın Karadeniz burası da insanı ile havası ile. İlk olarak havası kollarının arasına alıyor sizi. Arabadan indiğiniz anda ise manzarası. Önünüzde boğazın Karadeniz'e doğru son kıvrımları, karşınızda Anadolu yakasının yeşil hali.

Bayrağın en güzel dalgalandığı yer Anadolu Kavağına bakarken surların üzerinde yükselmeye başlayan ay. Dolu dolu dolunay. Bayrak bu görüpte duygulanmamak olur mu? 3. Köprünün en güzel görüldüğü yer burası. Sahilinde denize girenleri görünce ayakkabılardan kurtulup koşası geliyor insanın. Biri iç sesimi duymuşçasına koşarak atıyor kendini boğazın sularına.
Meğer görülmesi gereken yerlerin başındaymış Rumeli Kavağı.

Derin bir nefes alıp turalıyoruz. Her adımınızda karşınıza dikilen bir çığırtkan. Her çığırtkan ayrı bir balıkçıyı işaret ediyor.  Araba ile daha girişte başlıyor bu durum hemen önünüze atılıp kaparcasına götürecekler sizi. Kısa bir şaşkınlık sonrasında fark ediyorum her noktada farklı bir balıkçı. Köşe diyemiyorum noktalar bile işgal edilmiş. Bir tabela görüyorum bilmemne parkı Sarıyer Belediyesi şaka şaka sadece tabela var her yer balıkçının salaş masaları ile dolu. Nasıl olduysa sahildeki tek beleş otoparkı buluyorum. Onun da beleş olduğunu geri dönerken anlıyorum.
Birer kahve, çay içelim istiyoruz önce sora sora zorla buluyoruz sahildeki tek çay bahçesini. İstanbul'un en pahalı çayı burada eh manzara parası olsa gerek.
Kahve de çay da ağzına götürene kadar soğuyor öyle güzel bir esinti var. Keşke yazın en sıcak anlarında kapağı buraya atsaymışız diye söyleniyoruz. Eh bu kadar çok balıkçının olduğu yere gelmişiz balık yemek için yer soruyoruz garsona, "Bilmem ki abi" diyor. Nasıl bilsin adım başı balıkçı burası. Armutlu'dan Karacabey'e kadar Bursa sahillerindeki tüm balıkçıları toplasan sayısal olarak yarısı bile etmez. Seçiyoruz bizde işte bir tane...

Manzaralı diye değil! Çay içtiğimiz yere en yakın olanı. Adını mı merak ettiniz. Adını yayladan almış. Karadeniz'in meşhur Ayder yaylasından. Neyse ki Ayder i yazarken balık şeklini vermişler anlıyoruz hemen balıkçı burası. Bence ayıramazsınız zaten birbirlerinden bu balıkçıları. Servisi hiç sormayın koşuşturan bir takım çalışanlar anlayabildikleri oranda size bir hizmet sunuyorlar. Uzun çalışma saatleri, eğitimsizlik yada siz ne derseniz.

Siparişi verirken anlamadığını düşünüp üzerine basa basa 5 kez siparişi tekrarlamama ve 2 midye tava istememe rağmen rağmen masaya gelen sadece bir!

Güzel bir balık seçimi yaptık. Lezzetli ve bol etine rağmen keşke ızgarasını daha başarılı yapabilselerdi diyorum. Balık ızgara cidden zor iştir. Bu konuda Bursa'da hem Mudanya Balık hem de Erol Balık'ın ızgaraları çok başarılıdır. Midye tava ise balığın önüne geçiyor.
Masrafsız sadece günlük harcamalarınız ile İstanbul'da keyif alabileceğiniz yerler var.
Sevgi ve mutlu kalın. Her gününüz tatlı geçsin.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JIDOKA ÖĞRETİSİ 1

MAKİNE PLANLAMA

TELDEN ARABA